31 Ağustos 2010 Salı

Okuma Notları: Gençlere Pırlanta Ölçüler 2

  • Allah'ın karşısında insan kendini günde birkaç defa sıfırlamalı, mutlak kemalin O'na ait, küçüklüğün ise kendine ait olduğunu bilmeli.
  • Kin, nefret, adavet vs. gibi kötü hislerden herhangi birine bile kapılan insan artık onun ağına düşmüştür ve kurtulması da çok zordur.
  • Kötülüklere maruz kaldığında "Demek benim bilmediğim bir günahım var ki, Cenab-ı Hak beni terbiye ediyor" demeli ve "Ey adil kader!.." diyerek teslimiyet soluklamalı.
  • Başımıza ne kötülük, ne sıkıntı gelirse gelsin dayanma var darılma yok. Çünkü herşey O'ndan..
  • Sebeplere tevessül etmeli, sonra tevekkül etmeli
  • Gurur ev Çalım müslümanın meziyetlerinden değildir
  • Dini folklor haline getirmek çok büyük bir tehlikedir
  • Müslüman her hareketinde ölçülü olmalıdır
  • Mübalağa zımni yalandır
  • Gaflet insanın mahiyeti içinde sürekli olarak vardır ve mahiyetimizle alakalı bir husustur. Gaflet insan için pusuda bekleyen bir düşman gibidir.
  • Hüsnüzan etmek esastır
  • İnsan sürekli kendini gözden geçirmeli, kendini kontrol etmeli
  • Kulluk bir imtihandır.
  • Müslümanların geri kalmışlığının pek çok sebebi vardır, ama en başta müslümanların Kuran'ı doğru anlayıp seviyeli temsil edememeleri gelmektedir.
  • Sıla-ı Rahim çok önemlidir
  • İnsanın çevresindeki ve dış dünyasındaki düzeni onun iç dünyasını yansıtır.
  • "Dünyada afiyet içinde olanlar, ahirette, dünyada iken etlerinin makaslarla doğranmış olmasını arzu edeceklerdir"
  • Başkasının size yaptığı kötülük, sizin başkasına yaptığınız kötülüğü mazur kılmaz
  • İnsan gençliğinin kıymetini bilmeli
  • Mümin devamlı iyilik yapma fırsatı kollamalı

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Tevekkül Et Kurtul

Vaktiyle iki adam hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir gemiye bir bilet alıp girdiler.

Birisi girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup nezaret eder. Diğeri hem ahmak, hem mağrur olduğundan yükünü yere bırakmıyor. Ona denildi:

«Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.» O dedi: «Yok, ben bırakmayacağım. Belki zâyî' olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhafaza edeceğim.»

Yine ona denildi:

«Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli padişahın gemisi daha kuvvetlidir. Daha ziyade iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın gittikçe ağırlaşan şu yüklere takat getiremeyecek. Kaptan dahi eğer seni bu halde görse, ya divânedir diye seni kovacak. Ya haindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle alay ediyor, hapis edilsin, diye emredecektir. Hem herkese maskara olursun. Çünki bakanlar nazarında, za'fı gösteren tekebbürün ile, aczi gösteren gururun ile, riyâ yı ve zilleti gösteren tasannuun ile kendini gülünç düşürdün. Herkes sana gülüyor.»

denildikten sonra o bîçârenin aklı başına geldi. Yükünü yere koydu, üstünde oturdu.

«Oh!.. Allah senden razı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum.» dedi.

İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve hodfüruşluktan ve maskaralıktan ve şekavet-i uhreviyeden ve tazyikat-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın.


Kaynaklar: 23. Söz -Risale-i Nur

27 Ağustos 2010 Cuma

Ticarette Tartıya önem Vermek


Behlül Dana birgün Harun Reşid'den bir vazife istedi. Harun Reşid de ona çarşı pazar ağalığını (denetimini) verdi. Behlül hemen işe koyuldu. 


İlk olarak bir fırına gitti. Birkaç ekmek tarttı hepsi normal gramajından noksan geldi. Dönüp fırıncı ya sordu: "Hayatından memnun musun, geçinebiliyor musun, çoluk-çocuğunla ağzının tadı var mı?" Adam her soruya olumsuz cevap verdi. Memnun olduğu bir şey yoktu. 

Behlül birşey demeden ayrıldı ve bir başka fırına geçti. Orada da birkaç ekmek tarttı ve gördü ki bütün ekmekler gramajından fazla geliyor, eksik gelmiyor. Aynı soruları bu fırının sahibine de sordu ve her soruya olumlu cevap aldı. 

Bundan sonra başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid'in huzuruna çıktı ve yeni bir vazife istedi. Harun Reşid, "Behlül daha demin vazife verdik sana ne çabuk bıktın?" dedi.
Behlül açıkladı:
- Efendimiz çarşı pazarın ağası varmış. Benden önce ekmekleri tartmış, vicdanları tartmış, buna göre herkes hesabını ödemiş, bana ihtiyaç kalmamış.

Ticaret yaparken İslam'In emir ve yasaklarına uymalıdır. Bunun aksine davranan bu dünyada üç beş kuruş belki kazanır belki kazanmaz, ancak öbür dünyada kaybedenler olacağı İslam esaslarına göre muhakkaktır.

"İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun" (Mutaffifin Suresi)

26 Ağustos 2010 Perşembe

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Etliye Sütlüye Karışmamak !..

Gördüğü kötülüğü düzeltmek için gayret eden kaç kişi vardır ki? Sessizce uzaklaşmak marifet olmuş. Suya sabuna dokunmamak öğretilir olmuş çocuklara... "Kendini düşün" , "Kendin için yaşa", "Kendinden başka kimseyi umursama", "Bu dünyaya bir kere geldin, hayatını yaşa" zihniyeti artık yeni inançlarımız olmuş. Duyarsızlık, "görmüyor, duymuyor, bilmiyor" gibi yapmak kalpsizlik değildir de nedir?

Etliye sütlüye karışmadan, kötülüğü düzeltmeye çalışmadan, kendince iyi olduğunu zannedenler, taşın altına elini koymayanlar, katı kalplilerin en önde gideni olmazlar mı? Zalimin zulmüne sessiz kalmak -biz ne kadar iyi olursak olalım- acı çekenlerden uzak durmak merhamet midir?

"... Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lakin göğüsler içindeki kalpler kör olur" (El-Hac Suresi,46)



Nefsimizin isteklerini ilah edindikçe kaskatı kesilen kalplerimiz, daha kimlere acı verecek; kim bilir?

Kaynak: Fatma Hale Liman - Kalpsizlerin Zulmü 
Altınoluk Dergisi Eki: Şebnem - 08/2010

22 Ağustos 2010 Pazar

Kader Zulmetmez

Hz. Musa (aleyhisselâm), "Yâ Rabbi, bana adaletini göster." diye dua eder. Cenâb-ı Allah da kendisine, "Falan çeşmenin yakınında bekle ve olup bitecekleri gözetle." diye vahyeder. Derken, çeşmenin başına bir atlı gelir, atını sulayıp giderken bir kese altın düşürür. Arkadan hemen bir çocuk gelir ve o bir kese altını alıp uzaklaşır. Sonra, çeşmeye bir âmâ gelir ve o esnada altın kesesini düşürdüğünü fark eden atlı geri döner. Altınlarını âmâdan ister; âmâ, ne kadar ben almadım derse de dinletemez ve atlı âmâyı öldürür. Hep zulüm gibi görünen bu hâdiselerdeki adaleti Hz. Musa, Cenâb-ı Hak'tan sorar ve şu cevabı alır:

"Atlı, vaktiyle çocuğun babasının bir kese altınını çalmıştı; böylece o bir kese altını sahibine iade etmiş olduk. Âmâ ise, vaktiyle atlının babasını öldürmüştü, onu da atlıya öldürterek, kısas uyguladık."

Evet, hakikî sebepler bilinmeyip, dıştan bakılınca zulüm görülen hâdiseler zinciri, hakikî sebepleriyle adalet olup çıkıyor. İşte kaderin hükmü de böyledir; onda en ufak bir zulüm ve çirkinlik olmayıp, her hükmü mahzâ adalet ve mahzâ güzelliktir.

Kaderin her hükmü ya bizzat güzeldir veya neticesi itibarıyla güzeldir.

İnsanlar kaderi zalimlikle suçlarlar, ancak asıl zulmeden aslında kader değil insandır. Kader, netice ile beraber sebeplere de bakar. İnsan ise, yaratılışı icabı ve kaderi de tam mânâsıyla anlayamadığından, ancak zâhirî ve görebildiği netice ve sebeplere atf-ı nazar etmekle, yanlış hükme varır ve zulmeder. Meselâ, yaşlı birinin, bir çocuğun kulağını çektiğini gördüğünüzde, hâdise yakışıksız olduğundan, hemen çocuğa zulmedildiği neticesine varırsınız.

İnsan bir işe iradesiyle sahip çıkmadan herhangi bir çirkinlik ve günah meydana gelmez. İnsan, nefsinin tesiriyle iradesini kötüye kullanıp, kötülüklere davetiye çıkarmakla düğmeye dokunmuş ve düşeceği çukurun kapağının açılmasına sebep olmuş olur; sonra da gider o çukura yuvarlanır.

Güneş netice itibariyle güzeldir, faydalır ancak insan faydasız davranırsa güneş altında çok kalmakla hastalanabilir, ölebilir de. Bu şekilde kadere yüklenen günah, zarar ve çirkinlikler, esasen kulun iradesini suiistimal etmesinin neticesidir. İrademizi hesaba katmadan birtakım zulüm ve çirkinlikleri kadere yüklersek, hem musibeti ikileştirmiş, hem de kadere karşı küstahlık etmiş oluruz.

Açıklanan nedenlerden dolayı bazı insanların "Allah (cc), Neden Bana Sormadan, İşin Başında İrademe Danışmadan Beni Yaratıp, Kaderin Mahkûmu Yapmış? Sonra, Benim Kaderim Neden Zengin ve Müreffeh Olmak Değil de, Belâ ve Musibetlere Maruz Kalmak Şeklinde Tecellî Ediyor?" isyanı manasızdır.

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Şeytanın Oyunları

İnsan düşmanını tanımalıdır. İnsanın en büyük düşmanı da şeytandır.

"Şüphesiz şeytan, insanın bedeninde damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşır" (Hadis-i Şerif, Buhari) Evet şeytan sürekli insanı kandırmaya çalışır. Şeytan zekidir ve her kişiyi zaaflarına göre, karakterine göre tuzaklarına çekmeye çalışır.


Şeytan hakkında yanılgılarımız:

  • Bazı insanlar sanarlar ki şeytan meyhane ve kahve köşelerini mesken tutar, halbuki tam tersi şeytanlar en az buralarda bulunur çünkü oradaki insanları zaten kandırmıştır. Şeytan asıl ilim ve irfan meclislerini mesken tutar. Bir hocamız Mekke'de Kabe etrafında şeytanın generalleri dolaşır derdi.
  • Bazı insanlar şeytan hep kötülüğü emreder sanırlar. Evet şeytan kötülüğü emreder ama şeytanın oyunları türlü türlüdür. Şeytan bazen 100000 sevaplı ameliniz yerine size 1 sevaplı amel de teklif edebilir. Bu şekilde sizi büyük bir amelden vazgeçirtir. Şeytan bazen iyi amel öğütleyip bunu riya ile küçük şirk bataklığına düşürmeye de çalışabilir.


Şeytanın insanları kandırmakta kullandığı meşhur sloganlarından bazıları:

  • Bir defayla bir şey olmaz ki : Her günahta küfre giden bir yol vardır. Asıl her şey bir defa ile olur da haberimiz yoktur.
  • Daha gençsiniz: Dünyaya bir defa geliyorsun. Gençliğini doya dota yaşa, yaşlanınca ibadet edersin hilesi
  • Allah (C.C) kalp temizliğine bakar : O zaman Allah (C.C) niye ibadet etmemizi emretti? diye düşünmez mi insan hiç..
  • Allah ile kul arasına girilmez : Bunu diyerek hem insanları hakka çağırmaktan men etmeye çalışıyor; hem de hakka davet edilen insanın davetçileri dinlememesine sebep oluyor
  • Emekli olduktan sonra : Uzun yaşayacağımıza dair elimizde senet mi var? İnsanların türkiyede %70'i 60 yaş öncesi ölüyor, yani emekli olmadan... Hem kıymetli olan gençken yapılan ibadet değil mi? Zamanında yapılmayan ibadetin kıymeti var mı?
  • Zaman size değil, siz zamana uyun : "Toplumun yaşam tarzına ayak uydur, sen de açıl saçıl, gez toz, zina et.. Çağın gerisinde kalma, zaten çağı değiştirmeye gücün yetmez" gibi vesveselerle şeytan kandırıyor. Çoğunluk bataklıktaysa biz de mi bataklığa atlayalım?
  • Herkes yapıyor : Herkesin yapması suçu hafifletir mi? Herkes ayrı hesap verecek.
  • Bir şey olmaz, bir şey olmaz; Allah affeder! : "Allah tüm günahları affedeceğini söylüyor, sen de tevbe eder kurtulursun canım ne olacak. Sen enayi misin? Onlar zevk edip tövbe ediyor. O da günah işlememiş gibi oluyor sen de.." gibi vesevelerle şeytan bizi kandırmaya çalışır. Böyle böyle günaha alışan insan bataklığa battıkça batar ve bu bataklıktan çıkması gittikçe zorlaşır.
  • Bu kadar günahtan sonra biraz zor affedilirsin! : İnsan insanı ümitsizliğe düşürmeye çalışır. Ancak "Allah'tan ümidini ancak kafirler keser." buyurmaktadır.
  • Fazla düşünme kafayı yersin : İnsan ilahi ikazları düşünmeye, doğru ile yanlışı ayırt etmeye çalıştığında şeytan insanları düşünmekten men etmeye çalışır. İnsan düşünmeden insan olamaz ki..
  • Cehennemde bir süre yandıktan sonra cennete girmeyecek miyiz? : Şeytan insana cehennemdeki azabı basit göstermeye çalışır. Ancak insan ateşe dayanabileceği kadar günah işlemelidir. İnsan kanlı irin ve kaynar sular dışında içecek olmayan, azabın bir saniye bile azalmayacağı cehennemde kalmaya meraklı mıdır? Bir saniye orda durmaya dayanılabilir mi?
  • Biz büyüklerimizden böyle mi gördük : Peki ya büyüklerimiz yanılıyorsa?
  • Kendisini iyiye çağıran kişilere karşı "Aman ha dikkat beynini yıkamasınlar" düşüncesi aşılar.
  • Namaz kılmaya niyetlenen kişiye "Daha vakit var" der, namaz için uykudan uyanacak olana "Bir beş dakka daha" dedirtir. Oysa ki önemli olanın vaktinde kılınan namazdır.  Böylece geciktirdiği namazı alelacele kıldırır. Şeytan namaz sırasında da birçok vesvese verir: dünya işlerini hatırlatır, işlediğimiz günahları hatırlatır ve bunun gibi yollarla namazı hissederek kılmamıza mani olur. Daha sonra da bu kıldığın namaz bir işine yaramaz diyerek namaz kılmaktan alıkoymaya durur. (Ayrıca Bkz)
  • Namaz kılmayanlara "Kalbim temiz", "Benim kimseye zararım yok", "Ben bir şey yapmıyorum ki" düşünceler aşılar. Adam bilmez ki asıl bir şey yapmadığı için suçlu. Nasıl ki bir şöför araba kullanırken sağa virajda direksiyonu sağa döndürmeli, önüne bir engel çıktığında frene basmalı; yoksa kaza yapar. Aynen bunun gibi insan da bu hayatın gerektirdiği gibi günahları görünce frene basmalı, ezan okununca camiye yönelmeli, bir isteği olduğunda Allah'a dua etmelidir. 
  • Namaz kılmayanlara "Allah'ın benim namazıma ne ihtiyacı var?" diye sordurtur. Allah'in bizim hiçbir ibadetimize ihtiyacı yoktur. O Sameddir. İbadetlere ihtiyacı olan asıl biziz. Aynı bir hastanın ilaca ihtiyacı olduğu gibi. Bir doktor hastasına ilaç al deyince veya kendine şöyle iyi bak, şunları yap diye tavsiye edince, hasta "Sanane be doktor, senin benim ilaç almama, kendime iyi bakmama ne ihtiyacın var" diyebilir mi?

Şeytanın Tuzakları

  • Şeytan bazen en sevdiklerimizi hatta anne babamızı bize karşı kullanır. Sıkça karşılaşılır ki bazı anne babalar kızlarının örtünmesine mani olur, evlatlarının namaz kılmalarını istemez ve onlara dinlerini öğretmez
  • İnsan bilmediği bir şeyle karşılaşınca bunu ehline sormalıdır, şeytanın emriyle kendince akıl ve mantık yürütmeye kalkmamalıdır. Çünkü bilgisi az olan konuda insanın doğru sonuca varması çok düşük bir ihtimaldir. "İnsanlardan kimi de vardır ki ne bir bilgiye, ne bir delile, ne de aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışır." (Lokman 20) "... eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun" (Nahl 43) Elbette bu demek değildir ki İslam akla uygun değildir. Risale-i Nurlar ve bir çok dini kitaplar İslamın akla uygunluğunu binler defa şüphesiz ispat etmişlerdir.
  • Şeytan Hadisleri inkar ettirip ya da önemsiz gösterip insanların eksik din anlayışına sahip olmasına neden olur. Halbuki "Allah'ı çokça zikreden ve ahireti umanlar için Peygamberlerde güzel örnekler vardır" (Ahzap,21)
  • Şeytan insanların dünyaya aşırı bağlanmasına ve tuli emele kapılmasını sağlar.
  • "Şeytan sizi fakirlikle korkutur." (Bakara,268) Rızkın Allah'tan olduğunu unutturur. Malları infak etmekten alıkoyar, mal biriktirmemizi öğütler.  Oysaki dünya malı geçici ve boş bir eğlencedir. Allah cimrileri sevmez ve infak etmenin mükafatı gerçek yurt olan cennette kat kattır.

Şeytan insanı nelerle kandırır?

  • Riyaya ve Sumaya düşürerek
  • Gurur ve Kibire sürükleyerek
  • Yapılan amelleri büyük göstererek
  • Allah'ın varlığına ilişkin şüphe sorularını kalbe ilham ederek
  • Vesvese ve yaldızlı sözlerle
  • Kuruntuya düşürerek
  • Fakirlikten korkutarak
  • İsrafa alıştırarak
  • Ümitsizliğe düşürerek





Kaynak: Şeytan Bu Kitaba Çok Kızacak 1 - Feyzullah Birışık

19 Ağustos 2010 Perşembe

Kur'an Okuyalım

Çoğu müslüman kardeşimiz Kur'an-ı Kerim okumadıklarını bilmediklerinden yakınarak Allah'ın (c.c) kelamını okumaktan geri dururlar. Bununla birlikte Kur'an-ı öğrenmek için veya okumak için çaba da sarfetmezler.

Diyelim ki Kur'an okumayı sonradan öğrendiniz. Okumaktan çekiniyorsunuz, korkuyorsunuz. Hatalı olarak okumak sizi tedirgin ediyor. İşte bu duruma da Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) buna bir açıklık getirmiş, adete içimize su serpmiş. Mealen buyuruyorlar ki:

"Kim de Kur'an-ı kekeleyerek okur ve bu okuyuşta zorluk çekerse, onun için iki kat ecir (mükafat,sevap) vardır" (Buhari,Muslim) 

Bu yetmediyse bir müjde daha:

"Kur'an okuyan kimse için bir vekil melek tayin edilmiştir. Bu melek, Kur'an'dan bir bölüm okuduğu halde telaffuz edemeyen okuyucunun bu hatasını düzeltip, Allah nezdine yükseltir

Umalım ki bu mübarek sözler, ortaya konulacak her türlü mazeretleri beri taraf eder.



Bu arada aklıma gelen bir öyküyü aktarmak istiyorum. Torunuyla birlikte yaşayan bir yaşlı adam varmış. Bu dam fırsat buldukça Kur'an okurmuş. Küçük torunu da onunla beraber Kur'an okumaya dururmuş. Bir gün torunu dedesinin yanına giderek, arapça bilmediği için okuduğu Kur'an'ı anlamadığını; bu durumda niye Kur'an okuduğunu sormuş. Dedesi yerinden kakmış ve içi kömür dolu pislenmiş bir sepeti boşaltarak sepeti torununa vermiş ve nehire gidip bu sepeti su ile doldurup kendine getirmesini istemiş. Çocukta dedesinin dediğini yapmaya çalışmış ama çocuk  ne kadar uğraşırsa uğraşsın nehirden dönene kadar hep su deliklerden boşalmış halde dedesinin yanına varabiliyormuş. Ne kadar hızlı gidip geldiyse de bir faydası olmamış. Çocuk son denemesinde çaresiz bir şekilde dedesinin yanına varmış ve "Gördün mü dede, bir faydası yok işte" demiş. Dedesi "Demek faydası olmadığını düşünüyorsun? O zaman sepetin içine bak bakalım demiş." Çocuk ilk defa sepetin içine dikkatlice bakınca görür ki, daha önceden kömür dolu pis olan sepet şimdi tertemiz bir hale dönüşmüş. Dede "İşte oğul, Kur'an okuyunca onu anlamayabilirsin veya okuduktan sonra her şeyi anımsamayabilirsin, ama işte bu sepet gibi Kur'an okuyunca senin de için ve dışın değişime uğrar, temizlenir" demiş. Elbette Kur'an-ı Kerim'i yüzünden okumak asla küçümsenmemelidir. Ancak Kur'anı mealinden okumak, tefsirlerle kavramaya çalışmak da ihmal edilmemelidir. [1]

Kendimden örnek vermek gerekirse ben Kur'an okumayı çok iyi bilmiyordum. Harfleri tanıyordum, ama Kuran'ı yüzünden okumaya çalışınca zorluk çekiyordum. İlk olarak Yasin-i Şerif'i kelime okunuşuna bakarak bire bir çalıştım ve en azından Yasin Suresini okuyabilecek hale geldim. Neticede Yasin suresi Kuran'ın kalbiydi ve onu okuyabilmek bile benim için önemliydi. Daha sonra Kuran-ı Kerim'i sesli dinleyerek takip etmeye ve dinleyerek okumaya çalıştım. Bu sayede Kur'an-ı ilk defa hatmedebildim. Bu şekilde ayrıca Kur'an okumam da iyileşmişti. Şimdi sırada yardım almadan Kur'an-ı kerim'i yüzünden okumak vardı. Bazen bazı yerlerde takılsam da neyse ki buna da sonunda muvafık oldum. Hala Kuran-ı Kerim'i çok güzel okuduğumu iddia edemem ama geliştirmek için çaba sarfediyorum. Bunun yolu da Kuran'ı çok okumaktan geçiyor. Bundan sonra Kuran'ı seri bi şekilde okumak, tecvidli okumak ve belki de Arapça öğrenerek Kuran'ı anlayarak okumak var.

Siz de benim gibi az da olsa düzenli çalışarak yavaş yavaş Kur'an okumanızı güzelleştirebilirsiniz. Ayrıca Kuran okurken 1 sayfa Arapçasından 1 sayfa da Türkçe mealinden okumak bence daha iyi olacaktır.

Kur'an Okumak İçin Tıkla

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Neden İnanmayanlar İlerlerken İnananlar Geri Kalmıştır

Allah (celle celâluhu) Mülkü İstediğine Verdiğine Göre, Neden İnanmayanlara Vermiştir de, İnananlar Geri Kalmış ve Terakkî Edememişlerdir?
  • Belli devirlerde ve belli şartlarla inananlar, inanmayanları bir hayli gerilerde bırakacak şekilde ilerlemiş ve dünyayı, maddi, mânevi hakimiyetleri altına almışlardır. Bu nedenle inkar ve ilhadı ilerletici, inancı da geriletici unsurlar olarak görmeye imkan yoktur.
  • Her mü'minin her sıfatının mü'min olması lazım gelmediği gibi, her inançsızın her vasfının da küfür olması lazım gelmez. Bir kafir çalışkan, ilim aşığı, sistemli çalışan biriyse bunlar onun mümin sıfatlarıdır ve bu sıfatlar Allah'ın hoşuna gitmiş olabileceğinden bu kafiri mümin sıfatları yüzünden yükseltebilir. Bu sıfatlara sahip olmayan bir mümini ise öbür dünyada mükafatlandıracak olsa de bu dünyada tembelliği yüzünden alçaltabilir.
  • Evet, hangi toplum sistematik düşünüyor, hangi millette ilim aşkı var; hangi topluluk gayretli ve çalışkan ise, o topluluk inançsız dahi olsa, bu güzel hasletlerinden ötürü, muvakkat dünya hayatında mutlu ve müreffeh olacaktır.
  • Bu ileri dünya, mesailerin tanzimine, iş bölümüne ve ihtisasa ehemmiyet verdi. Kim, hangi işi yapacaksa, daha başlangıçta o yola girdi ve o istikamette melekelerini geliştirdi. Bütün bir ömrünü böyle belli bir yönde tüketen ve himmetini belli bir noktaya teksif edenin ilerleyip muvaffak olmasından daha tabii ne olabilir?
  • Yüce Yaratıcının kainat kitabı ve Kuran olmak üzere iki kitabı vardır. Kainat kitabına yani ilimlere riayet eden bu dünyada, Kurana riayeteden ahirette mesut olur. Her ikisine de uymak her iki cihanda mutluluk verir.
  • Maddî terakkî ve üstünlük, bazen, ruhen yükselememiş toplumları, azdırır ve saldırgan kılar. Hikmet eli bu nedenle ona bahşedeceği şeyleri belli ölçüde verecek ve onu azdırmayacaktır.
  • Günümüzde inanların yalan, aldatma gibi sevimsiz vasıfları nedeniyle Yüce Yaratıcı onları terbiye ediyor.
Elbette Allah'ın hikmetinden asla sual olunmaz. Mülk O'nundur, O Hakimdir, Rezzaktır. Dilediğine yükseltir, dilediğini alçaltır. Bize verdiği onca nimet varken bizim O'nun hikmetinden sual etmemiz asla doğru olmaz.

Netice olarak yaratana suâl sorma mevkiinde olmadığımızı, olamayacağımızı bilmek edebin ifadesidir. Varlığın asıl sahibi O'dur; O, dilediğini aziz, dilediğini zelil; istediğini sultan, istediğini dilenci kılar da kimse ona hesap soramaz. Her icraatında çok hikmet ve maslahatların bulunması her işi, akla ve fikre hayret verecek şekilde cereyan etmesi muhakkaktır. Ne var ki, bütün işlerindeki gerçek mantık ve hikmetleri yine sadece kendisine aittir. Bizim, o fayda ve maslahatlar adına öne süreceğimiz her şey, ya onun anlattıklarının bir tekrarı veya idrak edebildiğimizce ortaya atılmış bir kısım tevilciklerdir. Bu türlü te'vil ve tefsir gayretleri, tereddüt ve şüpheleri gidermeğe yarasa bile, hiçbir zaman asıl hakikati ifâdeye yetmeyecektir.

Hem bu dünya imtihan dünyasıdır. Düşünüyorum da Allah hep inanları ilerletseydi, hep nimetlerini onlara verseydi imtihan sırrı ortadan kalmaz mıydı acaba? Allah (C.C) her şeyin en doğrusunu, en hayırlısını bilir.


Namazın Önemi

Namaz, ne kadar kıymetdar ve mühim, hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır, hem namazsız adam ne kadar dîvâne ve zararlı olduğunu, iki kerre iki dört eder derecesinde kat'î anlamak istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, gör:

Bir zaman bir büyük hâkim, iki hizmetkârını, -herbirisine yirmidört altın verip- iki ay uzaklıkta has ve güzel bir çiftliğine ikamet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: "Şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım Bâzı şeyleri mübayaa ediniz. Bir günlük mesâfede bir istasyon vardır. Hem araba, hem gemi, hem şimendifer, hem tayyare bulunur. Sermayeye göre binilir."

İki hizmetkâr, ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat, o masraf içinde efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki: Sermayesi, birden bine çıkar. Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan; istasyona kadar yirmiüç altınını sarfeder. Kumara-mumara verip zayi' eder, birtek altını kalır. Arkadaşı ona der: "Yahu, şu liranı bir bilete ver. Tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder; ettiğin kusuru afveder. Seni de tayyareye bindirirler. Bir günde mahall-i ikametimize gideriz. Yoksa iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun." Acaba şu adam inad edip, o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, muvakkat bir lezzet için sefahete sarfetse; gâyet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu, en akılsız adam dahi anlamaz mı?

İşte ey namazsız adam ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim!

O hâkim ise; Rabbimiz, Hâlıkımızdır. O iki hizmetkâr yolcu ise; biri mütedeyyin, namazını şevk ile kılar. Diğeri gafil, namazsız insanlardır. O yirmidört altrn ise, yirmidört saat her gündeki ömürdür. O has çiftlik ise, Cennet'tir. O istasyon ise, kabirdir. O seyahat ise kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takvâ kuvvetine göre, o uzun yolu mütefâvit derecede kat'ederler. Bir kısım ehl-i takvâ, berk gibi bin senelik yolu, bir günde keser. Bir kısmı da, hayal gibi ellibin senelik bir mesâfeyi bir günde kat'eder. Kur'an-ı Azîmüşşan, şu hakikate iki âyetiyle işaret eder. O bilet ise, namazdır. Birtek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir. Acaba yirmiüç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarfeden ve o uzun hayat-ı ebediyeye birtek saatini sarfetmeyen; ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilaf-ı akıl hareket eder. Zira bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek, akıl kabûl ederse; halbuki kazanç ihtimali binde birdir. Sonra yirmidörtten bir malını, yüzde doksandokuz ihtimal ile kazancı Mûsaddak bir hazine-i ebediyeye vermemek; ne kadar hilâf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı?

Halbuki namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu Sûrette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder.











Kaynak: Sözler - 4. Söz

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Esbaba Riayet ve Tevekkülde Ölçü

Âhiret, kudret yurdu olmasına karşılık, dünya sebepler diyarıdır. Dünyada esbapla muhâtız ve dolayısıyla esbaba riâyetle mükellefiz. Allah, yarattığı esbap ve kanunlarla bağlı değildir dilerse bunları değiştirebilir. Ne var ki O, bu hikmet yurdunda icraatını hep kanunlar ve sebepler perdesi arkasında sürdürür.


O halde, esbâba riâyet etmemiz öyle bir seviyede olmalıdır ki, bizi görenler, 'Bunlar ne esbâbperestmiş!' demeliler. Düşünün ki Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Bedir'de de, Uhud'da da tabyelerini kurmakta hiç mi hiç kusur etmedi. Sonra da, ellerini açıp duâ buyurdu.

Diğer taraftan esbâba riâyetten sonra tevekkülümüz de o derecede engin olmalıdır ki, görenler âdetâ Cebriyeci nazarıyla bakmalılar.

"Esbaba tevessül, mani-i tevekkül değildir" Sebeplere riayet etmeli ama neticeyi de Allah'tan beklemeli.

15 Ağustos 2010 Pazar

İmtihan Dünyası ve Sabır

Bazen öylesine bunalıyoruz ki noktalansın şu hayat, ölümün kollarında..' diyesimiz geliyor. Fakat birden emanetin, O'nun olduğu inancı ile irkiliyor ve bu düşünceyi büyük bir saygısızlık olarak görüyoruz. Evet, emanet O'nun olunca artık sen O'na karışamazsın. İsterse seni zincire vurmuş olsun. 'Of' bile demeden ve darılmanın en küçüğünü bile göstermeden dayanmak zorundasın.

Zaman zaman hepimiz dünya sıkıntılarıyla bunalıyoruz, belki bazen isyan ediyoruz. Bu durumda imtihan dünyası içinde olduğumuzu unutmamalı ve sabretmeliyiz. Bu dünya fanidir, gelip geçicidir, bu dünya ne sıkıntı çeksek aslında bir önemi yoktur çünkü biz müslümanlar olarak bu dünyayı değil gerçek ve sonsuz olan cenneti arzulamalıyız.

Cenâb-ı Hak, imtihanlara karşı ne kadar sabır ve mukavemetimiz olduğunu bizlere göstermek için bizi bu dünyaya göndermiştir. Her mü'min, dinini yaşarken, yolunda pek çok engellerin bulunacağını, bunları sabır ve dua ile aşması gerektiğini çok iyi bilmelidir. Bazen imtihan müddeti uzun olabilir ama Allah'ın (celle celâluhu), kendisine acz ü fakr içinde iltica edenlerin dualarını reddetmeyeceğine, yüzlerine vurmayacağına, er ya da geç dualara karşılık vereceğine inancı tam olmalıdır.

Bizler de bu dünyada ağır bir imtihan altında bulunuyoruz. Öbür âlemi bütünüyle kazanma veya -hafizanallah- büyük bir kısmı itibarıyla her şeyi kaybetme gibi bir durumumuz söz konusu. Burada ancak sabredenler, yerini, tavrını hiç değiştirmeyenler ve bir örümcek gibi ağını kurup da aç sinelere iman şarabını içirmek için bekleyenler, Allah'ın tevfikiyle muvaffak olurlar.

Günümüzün Müslümanı da başına gelen imtihanlarda ve kendisine terettüp eden meselelerin karşısında aynı sebat, dayanıklılık ve sabır içinde beklerse, Cenâb-ı Hak onu yalnız bırakmayacaktır. Zira O (celle celâluhu), hiçbir zaman kendisine tevekkül edenleri terk etmemiştir ve etmeyecektir. Binaenaleyh başımıza gelen her şeyin bir imtihan olduğunu düşünmeli ve bunlara karşı da sabretmeliyiz. Sıkılıp bunaldığımızda, başkasına değil Rabbimize sığınmalı ve Hz. Yakub gibi: "İnnemâ eşkû bessî ve hüznî ilallah - Ben sıkıntımı, keder ve hüznümü sadece Allah'a arz ediyorum."[3] demeliyiz. Böylece dağınıklığımızı, perişaniyetimizi ve derbederliğimizi, yani kendimizi, tek şikâyet mercii olan Cenâb-ı Hakk'a şikâyet etmeliyiz.

Kaynak: "Kulluk Bir İmtihandır", Gençlere Pırlanta Ölçüler 2 - 

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Günah ve Yeise Düşmek

Günah insanın şahsi hayatı adına tahrib unsurudur, bir virüstür.
Kalbi ve ruhi hayatı mahveder. Günah bir beladır, ondan daha katmerli bir bela vardır. O da yeistir.
Herkes kayıp düşebilir ama sonra Adem gibi davranmalıdır. Kapaklandığı yerden hemen ona doğru yürümelidir.
Her günah kasr-i insanın bir yanını yıkar. Ancak ne olursanız olun Cenab- Hakkın sizi rahmetiyle affedeceğine dair ümidinizi kesmeyin.

Şeytan bizi yeise düşürebilir. Günah işledikten sonra sen bittin, mahvoldun vesvesini bize verebilir ama bu Şeytanın bir oyunudur. Unutmamalı ki Allah'ın rahmetinden ümit kesmek küfürdür! Allah (C.C) Kuran-ı Keriminde: - De ki: "Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü O, Gafûr ve Rahîm'dir." (Zümer, 39/53) - buyurmaktadır.

Ancak şu dengeyi kurmak da önemlidir. Günah işlemekten elimizden geldiğince, ölmekten daha çok sakınmalı, korkmalı ancak ayağımız kayınca da bir saniye bile geciktirmeden tövbe etmeli, mağfiret dilemeli. Allah (C.C) nasılsa affeder deyip günaha dalmamalı.

13 Ağustos 2010 Cuma

İbadetlere Güvenmek Aldanmışlıktır

İbadete güvenmek aldanmışlıktır. Dualara güven aldanmışlıktır. Bu yolda yürüme de aldanmışlıktır. Hatta bazen insan kendini o kadar takdir eder ki narsist kesilir. Bu tipler kendilerini kendine yeter görürler. Ama bunlar ben kendime yetmiyoruma terstir. Egosantirist düşüncesini gizlemek adına acizane der. Bütün bu mülahazalar bu narsist ruhun fısıtılarıdır.

Evet, gece gündüz namaz kılsak, Kur'an okusak, nafile namazlar kılsak; yani sürekli ibadetle meşgul olsak da bunu kendimizi mal etmemeliyiz. Allahın rahmeti, inayeti olmasaydı, O yardım etmeseydi, O dilemeseydi asla biz istikamet üzere olamazdık.

Sürekli "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" demeliyiz. Allah'ın havl ve kuvveti olmazsa istikamet olmaz.



12 Ağustos 2010 Perşembe

Gafil Kafaya Bir Tokmak ve İbret Dersi

Gaflete dalmış nefislerimize nefis bir ders. Devekuşu gibi başımızı kuma gömmeyelim.




Öyle deme ey nefsim deme.
Zaman değişmiş deme. 
Asır başkalaşmış deme. 
Herkes hayata perestiş ediyor deme.
Herkes dünyaya dalmış deme.
İnsanlar derdi maişet ile sarhoştur deme. 
Ben de mazurum deme. 
Çünkü ölüm değişmiyor.

10 Ağustos 2010 Salı

Gerçekleşen Kıyamet Alametleri

Gerçekleşen Kıyamet alametleri ve Peygamberimiz (S.A.V.) Hazretlerinin bunları mucivesi olarak 1400 yıl öncelerinden bilmeleri:

8 Ağustos 2010 Pazar

6 Ağustos 2010 Cuma

Ali Tuncay Bey'in Hayat Hakkında Sohbeti

Neşeli bir sohbet. 40 yaşından sonra içkiyi, eroini bırakan hocanın iman hakikatleri, günahtan kurtulma yolları hakkında ibretlik sohbeti.