13 Haziran 2010 Pazar

Müminin Asıl Görevi Kulluk ve Namazdır

Namaz kılmak ve büyük günahları işlememek, ne derece hakikî bir vazife-i insâniye ve ne kadar fıtrî, münasib bir netice-i hilkat-i beşeriye olduğunu görmek istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:

Seferberlikte bir taburda biri talimli, vazifesine düşkün; diğeri acemi, nefsine düşkün iki asker beraber bulunuyordu. Vazifeperver nefer, tâlime ve cihâda dikkat eder, erzak ve tayinâtını hiç düşünmezdi. Çünkü anlamış ki; onu beslemek ve cihâzâtını vermek, hasta olsa tedâvi etmek, hattâ ihtiyacına göree lokmayı ağzına koymaya kadar devletin vazifesidir. Ve onun asıl vazifesi, tâlim ve cihaddır. Fakat Bâzı erzak ve cihâzât işlerinde işler. Kazan kaynatır, karavanayı yıkar, getirir. Ona sorulsa: Ne yapıyorsun?

-Devletin angaryasını çekiyorum, der. Demiyor: Nafakam için çalışıyorum.

Diğer boğazına düşkün ve acemi nefer ise, tâlime ve harbe dikkat etmezdi. "O, devlet işidir. Bana ne?" derdi. Dâima nafakasını düşünüp onun peşine dolaşır, taburu terkeder, çarşıya gider, alış-veriş ederdi. Bir gün, muallem arkadaşı ona dedi:

-Birader, asıl vazifen, tâlim ve muharebedir. Sen, onun için buraya getirilmişsin. Padişaha itimad et. O, seni aç bırakmaz. O, onun vazifesidir. Hem sen, âciz ve fakirsin; her yerde kendini beslettiremezsin. Hem mücâhede ve seferberlik zamanıdır. Hem sana âsidir der, ceza verirler. Evet iki vazife, peşimizde görünüyor. Biri, pâdişahın vazifesidir. Bâzan biz onun angaryasını çekeriz ki, bizi beslemektir. Diğeri, bizim vazifemizdir. Pâdişah bize teshîlât ile yardım eder ki,ta'lîm ve harbdir. Acaba o serseri nefer, o mücâhid mualleme kulak vermezse, ne kadar tehlikede kalır anlarsın!

İşte ey tenbel nefsim! O dalgalı meydan-ı harb , bu dağdağalı dünya hayatıdır. O taburlara taksim edilen ordu ise, cem'iyet-i beşeriyedir. Ve o tabur ise, şu asrın Cemaat-ı İslâmiye'sidir. O iki nefer ise; biri: Ferâiz-i dîniyesini bilen ve işleyen ve kebâiri terk ve günahları işlememek için nefis ve şeytanla mücahede eden müttakî müslümandır. Diğeri: Rezzâk-ı Hakikî'yi ittiham etmek derecesinde derd-i maîşete dalıp, feraizi terk ve maişet yolunda rastgelen günahları işleyen fâsık-ı hâsirdir. Ve o tâlim ve tâlimat ise, (başta namaz) ibâdettir. Ve o harb ise; nefis ve heva, cin ve İns şeytanlarına karşı mücahede edip günahlardan ve ahlâk-ı rezileden kalb ve ruhunu helâket-i ebediyeden kurtarmaktır. Ve o iki vazife ise; birisi, hayâtı verip beslemektir. Diğeri, hayâtı verene ve besleyene perestiş edip yalvarmaktır. Ona tevekkül edip emniyet etmektir.

Evet en parlak bir mu'cize-i san'at-ı samedaniye ve bir harika-yi hikmet-i Rabbaniyye olan hayatı kim vermiş, yapmış ise; rızıkla o hayatı besleyen ve idâme eden de odur. Ondan başka olmaz... Delil mi istersin? En zaîf, en aptal hayvan; en iyi beslenir (Meyve kurtları ve balıklar gibi). En âciz, en nâzik mahluk; en iyi rızkı o yer (Çocuklar ve yavrular gibi).

Evet vasıta-yi rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile olmadığını; belki, acz ve za'f ile olduğunu anlamak için balıklar ile tilkileri, yavrular ile canavarları, ağaçlar ile hayvanları muvazene etmek kâfidir. Demek derd-i maişet için namazını terkeden, o nefere benzer ki: Tâlimi ve siperini bırakıp, çarşıda dilencilik eder. Fakat namazını kıldıktan sonra cenab-ı Rezzak-ı Kerim'in matbaha-yi rahmetinden tayinatını aramak, başkalara bâr olmamak için bizzat gitmek; güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibâdettir. Hem insan ibâdet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazat-ı mâneviyesi gösteriyor. Zira hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en ednâ bir serçe kuşuna yetişmez. Fakat Hayat-ı mâneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar ile tazarru ve ibâdet cihetinde hayvanâtın sultanı ve kumandanı hükmündedir.

Demek ey nefsim! Eğer hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksad yapsan ve ona daim çalışsan, en edna bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksad yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan; o vakit hayvanâtın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenâb-ı Hakk'ın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun.

İşte sana iki yol, istediğini İntihap edilirsin. Hidâyet ve tevfikı Erhamürrâhimîn'den iste...

Kaynak: Sözler - Beşinci Söz

10 Haziran 2010 Perşembe

İbadet'in Zahiri Ağırlığı

İbadet, ne büyük bir ticaret ve saadet. Günah ve zevke düşkünlüğün, ne büyük bir ziyan ve mahvolma olduğunu anlamak istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle...

Bir vakit iki asker, uzak bir şehire gitmek için emir alıyorlar. Beraber giderler; tâ, yol ikileşir. Bir adam orada bulunur, onlara der: «Şu sağdaki yol, hiç zararı olmamakla beraber, onda giden yolculardan, ondan dokuzu büyük kâr ve rahat görür. Soldaki yol ise, menfaatı olmamakla beraber, on yolcusundan dokuzu zarar görür. Hem ikisi, kısa ve uzunlukta birdirler. Yalnız bir fark var ki, intizâmsız, hükûmetsiz olan sol yolun yolcusu çantasız, silâhsız gider. Zâhirî bir hiffet, yalancı bir rahatlık görür. İntizâm-ı askerî altındaki sağ yolun yolcusu ise, mugaddî hülâsalardan dolu dört okkalık bir çanta ve her adüvvü alt ve mağlûb edecek iki kıyyelik bir mükemmel mîrî silâhı taşımaya mecburdur..»

O iki asker, o bildirici adamın sözünü dinledikten sonra şu bahtiyar nefer, sağa gider. Bir batman ağırlığı omuzuna ve beline yükler. Fakat kalbi ve ruhu, binler batman minnetlerden ve korkulardan kurtulur. Öteki bedbaht nefer ise, askerliği bırakır. Nizâma tâbi olmak istemez, sola gider. Cismi bir batman ağırlıktan kurtulur, fakat kalbi binler batman minnetler altında ve ruhu hadsiz korkular altında ezilir. Hem herkese dilenci, hem her şeyden, her hâdiseden titrer bir Sûrette gider. Tâ, varılmak istenen yere yetişir. Orada, âsi ve kaçak cezasını görür.

Askerlik nizâmını seven, çanta ve silâhını muhafaza eden ve sağa giden nefer ise, kimseden minnet almayarak, kimseden korku duymayarak kalb rahatlığı ve vicdan ile gider. Tâ o istenilen şehire yetişir. Orada, vazifesini güzelce yapan bir namuslu askere münasib bir mükâfat görür.

İşte ey isyankar nefs! Bil ki: O iki yolcu, biri ilahi kanuna itaat eden, birisi de; âsi ve nefsin isteklerine tâbi olandır. O yol ise, hayat yoludur ki: Ruhlar Aleminden gelip kabirden geçer; âhirete gider. O çanta ve silâh ise, ibâdet ve takvâdır. İbadetin gerçi zâhirî bir ağırlığı var. Fakat, mânâsında öyle bir rahatlık ve hafiflik var ki, târif edilmez.



Kaynak: Sözler- 3. Söz

9 Haziran 2010 Çarşamba

Sözler

Şu dünyada aczin ve fakrin hadsizdir. Düşmanın, ihtiyaçların nihayetsizdir. Madem öyledir, sen de Allah'ın ismini al ki bütün kainatın dilenciliğinden ve her hadisenin karşısında titremekten kurtulasın.

Bir padişahın kıymetli bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece ahmaklık ise, öyle de; görünüşte yedirip içirenleri övüp sevmek, Gerçek nimet verici olan Allah'ı unutmak; ondan bin derece daha ahmaklıktır.

Gerçek nimet verici olan Allah, bizden o kıymetli nimetlere, mallara bedel istediği fiat ise üç şeydir: biri zikir, biri şükür, diğeri ise fikirdir.



Selamet ve emniyet, yanlız İslamiyette ve imandadır. Küfür veya gaflet nazarından bakan için bu dünya bir matem yeri; iman nazarından bakan için ise bu dünya Allah'ın zikredildiği, insan ve cinlerin imtihan yeridir. Demek iman bir manevi Tuba-i Cennet çekirdeği taşıyor. Küfür ise manevi bir Zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor.


İnsan zayıftır; belaları çok... Fakirdir; ihtiyacı pek bol.. Acizdir; hayat yükü pek ağır... Eğer, Kadir-i Zülcelal'e dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdanı daima azap içinde kalır.


Her kim fani hayatı esas maksat yapsa, zahiren bir cennet içinde olsa da manen cehennemdedir.





Kaynak: Sözler