15 Kasım 2007 Perşembe

Asrın Getirdiği Tereddütler

İslam dinimiz hakkındaki bazı yanlış inanışlar ve iddialar ne yazık ki çok yaygın. İnsanlarımız hiç araştırmadan, bu konuda bilgi veren eserlere danışmadan kendilerinin herşeyin en iyisini bildiğini düşünerek kendilerince böyle hassas konularda yorum yapıyorlar ve yanılgıya düşüyorlar.

Geçenlerde öğlen yemeğindeyken, inanmayan bir meslektaşım İslam hakkındaki bazı düşüncelerini sıralamaya başladı. Öncelikle belirtmeliyim ki meslektaşım hiç bu konularda bilgi sahibi olmamasına rağmen konuştuğu çok açıktı. Öncelikle Bakara suresini "Baraka" diye söyledi ve bunun Kur'an-ı Kerim'in ilk suresi olduğunu belirtti. Daha sonra "Nisa" kelimesinin kadın anlamına geldiğini vurgulayarak, Nisa suresinin de Kur'an-ı Kerim'de ikinci sırada olduğunu söyledi ve hemen mevzuyu İslamın kadınlara bakış açısına getirdi. Meslektaşımın İslam hakkındaki yanılgıları bunlarla da sınırlı değildi.

Dile getirdiği konular başlıca şunlardı:

1-) İslam'da 4 kadınla evlenme
2-) Cariye mevzusu : Cariyelerin sözde köle olarak sömürülmeleri
3-) İslam'ın sadece erkeklere hitap etmesi iddiası

Ne yazık ki bahsettiği mevzulara tam vakıf olmadığım için ve gereksiz bir tartışmaya girmemek için sustum. Şimdi bu meslektaşımın dile getirdiği bazı mevzular hakkında derlediğim bilgileri kısaca burada aktarmak istiyorum.


İSLAMDA ÇOKEŞLİLİK

Öncelikle şunun bilinmesi gerekir ki İslamiyet çok büyük bir zaman dilimine, geniş bir coğrafyaya, çok farklı iklimlere yani tüm dünyaya hitap eder. Kur'an-ı Kerim ufak bir kabileye olduğu gibi büyük bir imparatorluğa, hem tarım, hem de endüstri toplumuna, hem savaş hem de barış ortamlarına, apayrı alışkanlık ve kültürlerin olduğu insanlara gelmiştir. Kuran’ın bu her türlü devir, şart, ortam ve kültüre uyumu ise Kuran’ın serbestiyet dairesinin geniş olmasıyla sağlanır. Kuran’ın bu noktadaki özgürlüğü Kuran’ın İslam’ının her bölgeye, her kültüre uyumunu sağlar. Çokeşlilik de aynen böyledir. Çokeşlilik İslam’ın yasaklamadığı bir konudur, yoksa İslam’ın emrettiği veya tavsiye ettiği bir konu değildir. Hatta İslam bu konuda caydırıcı kurallar dahi koyar.

Çokeşlilik birçok kültürde, zaman diliminde, özellikle erkeklerin savaşta ölüp, kadın erkek oranının bozulduğu zamanlarda kadınların da talebi olmuştur. Tarım toplumlarının birçoğunda çok çocuklu aile, gücün simgesi olduğu için, bu toplumlarda kadınların çocuk ve ev işlerindeki yüklerinin hafiflemesi için kocalarını evlenmeye teşvik ettiği bile görülmüştür.

Çokeşlilik bir serbestiyettir, mecburiyet değil. Burada bu konunun açıklanmasının nedeni çokeşliliği savunmak değil, kimi durum, şart ve kültürlerde kadınların da bunu istediğini göstermektir.

Avrupa’da sözde tek hanımla evlilik uygulamalarını ve savaşlardan sonraki acı tabloları değerlendiren Avrupalı kadın yazar Annie Beasant ise şöyle demektedir: “Bir tek kadınla evlilik Batı’da sözde kalmıştır. Gerçekte sorumsuz bir çok evlilik usulü alıp yürümüştür. Erkek metresinden bıkınca savar, o da zamanla hafif kadın halini alır. Zavallı metresin durumu, çok hanımlı bir aile yuvasındaki mevki sahibi kadının yanında çok acıklıdır. Sokakları dolduran binlerce zavallı kadın gördüğümüzde anlıyoruz ki çokeşliliğe izini kötülemek, Batılıların ağzına hiç yakışmıyor. İğfal edilmiş, sığınılacak bir yer ve sevgiden yoksun, gayri meşru çocuğu ile ortada, miras hakkından yoksun, herkesin zevkine kurban olup yaşamaktansa bir erkeğin meşru hanımlarından biri sıfatıyla sevgi görüp aile yuvasında yaşamak daha saygındır.”

Kadınların bir kısmı kendilerini hep üstüne bir kadın alınan ilk eş gibi görüyorlar. Oysa Annie Beasant’ın çizdiği tablodaki kadının durumuna düşen de bir kadındır. Her durumda hanımlardan çokeşliliği çirkin görenler çoğunluktadır. Onlar çokeşlilik yapmayabilirler, böyle istekleri olan adamlarla evlenmezler, yapmaya kalkan olursa ondan boşanırlar.


CARİYELER MEVZUSU

Cariyeler, harplerde esir alınan kadınlardır. Günümüzde esirlere yapılan muameleleri görüyoruz. Batı toplumu, insanlığın ne demek olduğunu, insanca muamelenin nasıl yapıldığını bir türlü hafsalalarına sığdıramadıklarından, İslâm'ın insanca muamele emrini anlayamıyorlar. Anlayamadıklarından dolayı da bilmeden "İnsanlığı, insanca davranmayı" tenkit ediyorlar.


Onlar harpte bizden esir alırken biz ne yapacağız? Onları geldikleri gibi bir daha silâhlansınlar, semirsinler ve bize hücum etsinler diye geriye mi göndereceğiz? Yoksa onlar istedikleri kadar bizi esir etsinler, bizim mürüvvet anlayışımız buna mânidir mi, diyeceğiz. Bu biraz fazla aptallık olmaz mı? Hem, karşı tarafa caydırıcı hiçbir müeyyide tatbik edilmeyecekse, niçin harp edilsin? Niçin binlerce insan öldürülsün? Kimisi dul, kimisi yetim kalsın. Mademki baştan bütün bunlar göze alınıp harbe giriliyor, herkes neticeyi işin başında kabul etmiş demektir. Ve esir düşmek de bunlardan biridir. Esire yapılan muamele İslâmî prensiplere göre olursa, daha insanî bir yaklaşım olmaz mı?

Öyleyse onlar bizden esir aldıkları gibi biz de onlardan esir alacağız. Şimdi, aldığımız bu esirleri ne yapacağız? Onları salıverecek miyiz, yoksa öldürecek miyiz? Hayır; onları Müslümanlar arasında taksim edeceğiz. Böylece Müslümanların evlerindeki mânevî atmosfer, onları İslâm'a karşı yumuşatacak. Arada ferdî dostluklar olacak ve hiç zorlanmadan bir müddet sonra hepsi bu insanî muamele karşısında eriyecek ve İslâm'a dehalet edecekler.


(Ayrıntılı bilgi için bakınız)



İSLAM DİNİNİN SADECE ERKEKLERE HİTAP ETMEKTE OLDUĞU İDDİASI

Kuran ayetlerinin %90’dan fazlası genele; yani erkek ve kadın karışık olarak tüm insanlara veya inananlara hitap eder. Bunun yanında sadece Peygamberimiz’e, sadece kadınlara, sadece erkeklere hitap eden ayetler de vardır. Kuran’ı insanlara ulaştıran Peygamber’imiz erkektir ve erkekler topluluğunun bir alt kümesidir. Erkeklere hitap eden bazı ayetlerdeki üslup bu nokta gözönünde bulundurularak okunursa daha iyi anlaşılır.

(Ayrıntılı bilgi için bakınız)



4 Nisan 2007 Çarşamba

UYAN ÖLÜM UYANDIRMADAN !!!

Aklı başında olan insan, ne dünya işlerinden kazandığına sevinir ve ne de kaybettiği şeye mahzun olur. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Sen de gidiyorsun.

Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde doğmuştur. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda yerleşmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır.

Bununla beraber, ebedî ömrün önündedir. O ömürde bakide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa'y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı (can çekişmesi) uyandırmadan evvel uyan!


(Kaynak: Mesnevi-i Nuriye)

8 Mart 2007 Perşembe

İbret Levhası

***************************************************************
Dost istersen ALLAH yeter.
Evet, o dost ise herşey dosttur.
***************************************************************
Yaran istersen KUR'AN yeter.
Evet, ondaki enbiya ve melâike ile
hayâlen görüşür ve vukuatlarını
seyredip ünsiyet eder.
***************************************************************
Mal istersen KANAAT yeter.
Evet, kanaat eden, iktisat eder;
iktisat eden, bereket bulur.
***************************************************************
Düşman istersen NEFİS yeter.
Evet, kendini beğenen, belayı bulur,
zahmete düşer; kendini beğenmiyen
safayı bulur, rahmete gider.
***************************************************************
Nasihat istersen ÖLÜM yeter.
Evet, ölümü düşünen, hubb-u dünyadan
kurtulur ve ahiretine ciddi çalışır.
***************************************************************
(Kaynak: Mektubat - 282 )

21 Şubat 2007 Çarşamba

Ey İnsan!

Yaratılanların her çeşidini hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp bütün ihtiyaclarına tam bir düzen ve yardım ile koşturmak besbelli iki durum ve seçenekten birisidir:

1. Seçenek: Ya yaratılanların her bir cinsi kendi kendine insanı tanıyor, ona itaat ediyor koşuyor. Bu ise yüz derece akıldan uzak olduğu gibi, çok imkansızlıkları türetiyor. İnsan gibi bir her bakımdan aciz canlıda en kuvvetli bir Sultan-ı Mutlak (Hakimiyeti sınırsız olan Allah) 'ın kudretinin bulunması lâzım geliyor.

2. Seçenek: Veyahut bu kâinatın perdesi arkasında bir Kadir-i Mutlak'ın ilmi ile bu yardımlaşma oluyor.

Birinci durum imkansız olduğuna göre, demek yaratılanların her bir cinsi insanı tanıyor değil, belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir Zat'ın tanımasının ve bilmesinin delilleridir.

Ey insan! Aklını başına al. Hiç mümkün müdür ki: Bütün çeşit çeşit yaratılanları sana yönelmiş olarak yardım ellerini uzattıran ve senin ihtiyaçlarına “Lebbeyk!” (Buyrunuz, Emrindeyiz) dedirten Zat-ı Zülcelal olan Allah, seni bilmesin, tanımasın görmesin?…Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor; sen de Onu bil, hürmetle bildiğini bildir.

Kaynak: Lemalar

20 Şubat 2007 Salı

Namazda Huşu

"Namazlarında huşu içinde olan mü'minler muhakkak felaha (kurtuluşa) ermişlerdir." (Mü'minun 23/1-2)

"Allah'ın huzurunda tam hûşu ve hudû ile durun" (Bakara, 238)

Hûşu namazın sırrı ve ruhudur. Müslüman, namazını kalbi ve kalıbı beraber olarak kılmalıdır. Nitekim Hadis-i şerifte: "Kişinin kalbi ve bedeniyle beraber namazda hazır olmadıkça Allah o namaza bakmaz." buyurulur. Diğer bir Hadis-i şerifte: "Kulun kıldığı namazından elde edeceği şey, sadece (namazda oluşunun) şûurunda olduğu anların sevabıdır." buyrulur.

Huşu aslı kalbde fakat belirtileri bedende olan bir eylemdir.

Kalble ilgili kısmı, Allah (CC:)'ın azamet ve celali karşısında kendi küçüklüğünü göstererek nefsi, hakkın emrine boyun eğdirtecek, edep ve saygıdan başka bir duyguya iltifat etmeyecek biçimde kalbin son derece saygı hissi duymasıdır.

Bedenle ile ilgili yanı ise, bu duygunun etkisi ile vücudun namazda sakin ve hareketsiz olması ve gözlerin secde yerine bakıp, şuna buna, sağa sola iltifat etmemesidir. Sesin alçalması, her fiil ve sözde aczin ve tevazuun ortaya konulması, Hak Teala karşısında kulun, zavallılığını, çaresizliğini ve zayıflığını izhar etmesidir.

Rasulullah (a.s) bir gün adamın birinin namaz kılarken sakalını elleriyle karıştırdığını gördü, buyurdu ki: Eğer bunun kalbin de hûşu olsaydı vücudunun her uzvunda hareketsizlik olurdu. Hz. Ali: Hûşu kalpte bulunan bir şeydir. Namazda iken donmuş gibi durup hiç bir yana bakmamak ve hiç bir şeyle ilgilenmemek hûşudandır.

Abdullah Bin Ömer'den rivayet edildiğine göre "Sahabe-i Kiram, namaz için ayağa kalktıklarında başka hiçbir şeyle ilgilenmezler, bütün varlıklarıyla kendilerini namaza verirlerdi. Gözlerini secde yerine dikerler ve Allah'ın kendilerine baktığını kabul ederlerdi."

Namaz kılanlara, ihlas ve hûşu derecesine göre sevap verilir. Bazılarına ecir ve sevabın hepsi verilir. Bazılarına sevabın yarısı verilir, bazılarına onda biri verilir. Bazılarına hiçbir şey verilmez. Çünkü namazı hiçbir şeyi hak etmemektedir.

Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Cennette efyah denen bir ırmak vardır. İçinde huriler bulunur. Allah onları zaferandan yaratmıştır. İnci ve yakut taneleriyle oynarlar. Yetmiş bin lisanla Allah'ı tesbih ederler. Sesleri Davud -Aleyhisselamın- sesinden daha güzeldir. Bu huriler şöyle derler: Bizler, namazı hûşu ve kalp huzuru ile kılanlar içiniz."

Rasul-i Ekrem bir buyurdu ki: Kıldığın namazı, en son namazınmış gibi, bir daha namaz kılma fırsatı bulamayacak bir kişinin kıldığı namaz gibi kıl.

Kaynak:
Haydi Namaza - Abdullah Yıldız - Pınar Yayınları
NamazZamanı.com

Allah korkusu: Korkuların en güzeli

"Onlar için, üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da (ateşten) tabakalar vardır. İşte Allah (CC.) kullarını bununla korkutur. Ey kullarım! Öyle ise benden sakının." (Zümer,16)

Evet, Allah'ı tanıyan acizlikden, Allah korkusundan lezzet alır. Evet, korkuda lezzet vardır. Eğer bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan sual edilse, “En leziz ve en tatlı halin nedir?” Belki diyecek: “Aczimi, zaafımı anlayıp validemin tatlı tokatından korkarak yine validemin şefkatli sinesine sığındığım halettir.” Halbuki, bütün validelerin şefkatleri, ancak rahmetin sadece bir parıltısıdır. Onun içindir ki, kâmil insanlar, acizlikte ve Allah korkusunda öyle bir lezzet bulmuşlar ki, kendi güç ve kuvvetlerinden şiddetle uzaklaşıp Allah’a acz ile sığınmışlar; aczi ve korkuyu kendilerine şefaatçi yapmışlar.

Kaynak: Sözler, 7. söz, 19

19 Şubat 2007 Pazartesi

Şükür Nimetinin Lezzetini Arttırır

Şükürde bir zahmet yoktur. Bilakis şükür, nimetin lezzetini arttırır. Çünki şükür, nimette in'amı yani nimet verme fiiilini görmek demektir. Nimet verme fiilini görmek, nimetin bitmesinden ortaya çıkan elemi def eder. Zira nimet bittiğinde, hakiki nimet verici olan Allah (CC.) onun yerini boş bırakmaz, misliyle doldurur. Sen de yenilenmesinden lezzet alırsın.

Kaynak: Mesnevi-i Nuriye

17 Şubat 2007 Cumartesi

Namazın Önemi

Rabbimiz başka varlıklara değil, yalnız kendisine kul olduğumuzu sürekli hatırlamamız ve O'nunla kulluk sözleşmemizi her gün yenilememiz için,bize beş vakit namazı emretmiştir.

İslamın ilk farzı tevhid akidesine iman, ikincisi ise namazdır.

Günde beş vakit Allah'ı birleme eylemi olan namaz bütün ibadet biçimlerinin sentezi gibidir.,

Kur'an-ı Kerim, kulun cennete mi yoksa Cehenneme mi gideceğini belirleyen temel faktör olarak namazı işaret buyurur.

"Sizi cehenneme sevk eden nedir? 'Namaz kılanlardan değildik' derler." (Müddessir, 74/42-43)

Hz. Ömer (r.a), "Namaz kılmayan Müslüman değildir" der. Allah Rasulü (sav.) ise bir hadisinde, namazı bilerek terk edenin kafir olacağını ifade etmiştir.

Namazsız bir mümin düşünülemez. Bir insanın mümin ve müslüman olması için "İnandım" demesi yetmez. İnandım diyenin, bu ifadesinde samimi olduğunu kanıtlaması için imanını eyleme dönüştürmesi ve ilk olarak da namazla işe başlaması gerekmektedir.

Kaynak: Haydi Namaza - Abdullah Yıldız - Pınar Yayınları

Yaratılış Amacımız: Kulluk/İbadet

Kur'an, insanın kendi haline ve başıboş bırakılmayacağı gerçeğini ısrarla vurdular. (44/38;23/115) Allah(CC.) insanı yeryüzünde kendi emirlerini ve yasaklarını uygulamaya ve tebliğe memur bir halife olarak yaratmıştır. Bu insana bir takım sorumluluklar yükler. Kendisini halifelik makamına getiren Rabbinin emir ve yasaklarına kesin olarak uymak, hayatını O'nun rızasına uygun olarak değerlendirmek zorundadır. Aksi halde Rabb'ine karşı nankörlük yapmış ve ihanet etmiş olur.

Kulluk, "abd" (köle) kökünden gelir ve kulun Rabb'ine gönülden boyun eğip itaat etmesi, kalbi Allah (CC.) sevgisi ile dolup taşarak O'nun emirlerine sıkı sıkıya bağlanması, nimetlerine karşı minner ve şükürde bulunması anlamlarına gelir.

Allah'a kulluk etmesi gerektiğinin bilincine ermeyen insan, başka varlıkların hatta kendi nefsinib esiri, kulu/kölesi haline gelebilir. Bir mümin paranın, şehvetin, midenin, modanın kulu olma, kula kul olmanın zilletinden kurtulmalı ve yalnızca Allah'a kulluk etmelidir.

Kaynak: Haydi Namaza - Abdullah Yıldız - Pınar Yayınları

22 Ocak 2007 Pazartesi

KULAĞA KÜPE OLSUN!

  • Mü'min kendisi için istediğini mü'min kardeşi için de istemedikçe cennete giremez.(Hadis-i Şerif)
  • Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarf ediyorsun? (Sözler)
  • Bu dünya misafirhanesinde aciz ve fakir kalbine rızık ve zenginlik, kabrinde gıda ve ışık, Mahşerde kurtuluş fermanın olacak namaz neticesiz midir; ücreti az mıdır ki hafife alıyorsun? (Sözler)
  • İnandığınız gibi yaşamazsanız, gün gelir yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız. (Hz. Ömer (ra))
  • Dünyaya aid işler kırılmaya mahkum cam şişeler hükmündedir, ahiretle alakalı işler ise paha biçilmez elmaslar kıymetindedir. Hissiyatını dünyaya yönlendiren, fani ve kırılacak şişelere baki elmas fiyatlarını veren gibidir. (Mektubat)
  • Sana namazdan usanç veren ebedi yaşayacağın zannıdır. Eğer anlasa idin ömrün azdır, hem faidesiz gidiyor. Elbette onun 24'te 1'isini, hakiki bir ebedi saadete vesile olacak bir güzel namaza sarfetmek; usanmak şöyle dursun, belki ciddi bir şevk ve zevki harekete geçirmeye sebep olurdu. (Sözler)
  • Her işte Allah rızası olmalı. Eğer O (cc) razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. (Sözler)
  • Geçici evi donatıp, kalıcı evi ihmal edene şaşarım! Ölüm peşinde iken gaflete dalana şaşarım! Eceli elinde olmayan, ham hayallerin peşinden nasıl koşar, şaşarım! Yarattıklarını görüp duruken, Allah hakkında şüphe edene şaşarım! (Hz Ali (ra))
  • Her nefis ölümü tadıcıdır. (Al-i İmran Suresi 185)
  • Demir paslandığı gibi şu kalbler de paslanır. Paslanmaması için cila, Kur'an okumak ve ölümü hatırlamaktır. (Hadis-i Şerif)
  • İnkar etmemek başkadır, iman etmek bütün bütün başkadır. (Emirdağ Lahikası)
  • Ademoğlu ihtiyarladıkça onda iki şey gençleşir: Mala karşı hırs ve hayata karşı hırs. (Hadis-i Şerif)
  • Dünyevi dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır. (Mektubat)



İman Hakikatleri Sohbeti

Denizlili Musa Beyin esprili bir dille iman hakikatlerini anlattığı hatıraları benim çok hoşuma giti. Siz de mutlaka izleyin bence.







Şeytanın ve Şerlerin Yaratılmasındaki Hikmet

Şer olan, şeytanın yaratılması değil, ona tâbi olup şer işlemektir. Bu herhangi bir cinayete, o cinayette kullanılan bıçak veya tabancanın değil de, cinayeti işleyen ellerin gerçek sebep olarak gösterilmesi gibidir. Buna bir misal de ateşin değil de ateşe dokunmanın şer olması verilebilir.

İnsanda çokça kabiliyetler vardır. Evet, bir çekirdekten koca bir ağaca kadar ne kadar mertebeler varsa, insanda bundan daha da ziyade mertebeler vardır. Belki zerreden Güneşe kadar mertebeler var. Bu kabiliyetlerin ortaya çıkması elbette bir hareket ister.

Şeytan ve diğer zararlı şeyler, insanı arkadan kovalayan rakip bir maratoncu gibidir. İnsanın hedefe varabilmesi, muzaffer olabilmesi için, peşini bir an olsun bırakmayan bu ezelî rakibini aşabilmesi, geride bırakması ve ondan daima önde ve daha ileride olması gerekmektedir.

Yoksa şeytanların ve zararlı şeylerin varlığı olmasaydı, melekler gibi insanların da makamları sabit kalırdı. Ebu Bekirler ile Ebu Cehillerin farkı ortaya çıkmazdı.


Kur'an'daki Biz İfadelerinin Hikmeti

Kur’an’da Yüce Allâh, kendisiyle ilgili olarak bazen biz ifadelerini kullanmaktadır. Neden?

Kur’an-ı Kerim’de Allâh Teâlâ bazen, kendisiyle ilgili olarak “biz” ifadesini kullanması, O’nun azamet ve şanının yüceliğine işaret eder. Hemen bütün dillerde saygı ve yücelik ifadesi olarak bu tür ifade biçimine başvurulmaktadır.

Kur'an'da, Yüce Allâh'ın zat ve sıfatlarından bahseden ayetlerde genellikle tekil zamir, fiillerinden bahsedilirken ise bazen tekil, bazen de çoğul zamir kullanılmıştır. Bu ayetlerden bazıları şunlar:

"Sizi Biz yarattık" (Vâkıa, 56/57)

"Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl bina ettik, nasıl donattık" (Kâf, 50/6)

"Andolsun, insanı Biz yarattık" (Kâf 50/16)

"Allah gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yarattı. Gökten de yağmur indirip, orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik" (Lokman 31/10)

"Biz geceyi ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki alamet yaptık" (İsrâ 17/12)


Bu ayetler gibi, fiilleriyle ilgili âyetlerde, hem tekil, hem de çoğul zamir kullanılmıştır.

Kendi zâtı ve uluhiyeti ile ilgili şu ayetlerde ise, tekil zamir kullanılmıştır:

"Şüphe yok ki Ben, rabbinim senin." (Tâ-hâ 20/12),

"Şüphe yok ki Ben, Allah'ım, Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O halde bana ibadet et." (Tâ-hâ 20/14), "O, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah'tır." (Haşr 59/22).


KAYNAK: http://dingorevlileri.blogcu.com/331343/